Biliyorum, yalnızca akıllı sayılan değil, gerçekten akıllı olan, bilim, matematik, felsefe vb. konularda en karmaşık sorunları kolayca kavrayabilen insanların büyük çoğunluğu, kimi kez en yalın, en açık gerçekleri bile anlamakta zorlanırlar; olaylar, olgular üzerine büyük çabalarla oluşturdukları, gurur duydukları, başkalarına öğütlemeye, aşılamaya kalkıştıkları ve bütün yaşamlarını üzerine inşa ettikleri değer yargılarının meğerse yanlış, sahte olduğunu ortaya çıkarabilecek gerçeklerdir bunlar. O bakımdan, toplumumuzda sanat ve artistik zevk sapkınlığına ilişkin öne süreceğim kanıtların benimsenebileceğini hiç sanmıyorum, hatta bunların epeyce bir gürültü koparacağından eminim; yine de sanat üzerine araştırmalarımın beni getirdiği noktayı sonuna dek açıklamak zorunda hissediyorum kendimi.
Sanat yapıtı diye ortalıkta salınan bütün ıvır zıvırın, varlıklı kesimden bir avuç avare için gönül eğlencesi olmanın ötesinde kimse üzerinde hiçbir etki yaratmadığı ve hiçbir iz bırakmadan belleklerden silinip gittiği biliniyor. Bu konuda zaman zaman, çok sayıdaki bu başarısız girişimler olmasaydı, gerçek sanat yapıtlarına hasret kalırdık türünden bir itiraz yükseltilir. Kusura bakılmasın ama bu biraz, pişirdiği ekmekler hiçbir şeye benzemiyor diye eleştirilen bir fırıncının, çöpe giden bu kötü pişmiş ekmekler olmasaydı, nar gibi kızarmış, güzel ekmekler de olmazdı savunmasına benziyor. Doğru, altının olduğu yerde kum çok olur; ama bu kesinlikle, akıllıca bir şey söylemek için daha önce saatler boyu saçmalamak gerektiği anlamına gelmeyeceği gibi, böyle bir şeyin bahanesi ya da vesilesi de olamaz.
Her yanımızı sanat yapıtı savı taşıyan yapıtlar sarmış durumda. Binlerce şiir, roman, oyun, resim, müzik yapıtı yayımlanıyor. Kısacası, değişik sanat dallarından yüz binlerce yapıt… Ama bunların arasından bir tanesi, ötekilerden yalnızca daha güzel olmakla kalmıyor, pırlantanın camdan ayrılması gibi de ayrılıyor onlardan. Paha biçilemez bir şeydir o, son derece değerlidir; öbürlerinin ise hiçbir değeri olmadığı gibi, insan zevkini tahrif, tahriş ve iğfal etme gibi olumsuz özellikleri de vardır.
Taklit yapıtların dış görünüşleri gerçek sanat yapıtlarından daha kötü olmadığı gibi, çoğu kez daha iyi olabiliyor; bu da toplumumuzda gerçek sanat yapıtını taklit olandan ayırt etmeyi büsbütün zorlaştıran bir öğe olarak karşımıza çıkıyor; taklit, çoğu durumda gerçek olandan daha fazla etkiliyor insanları; içeriklerinin dahi çok daha ilginç olabildiğini görüyoruz bunların. Peki, nasıl ayırt edeceğiz? Bilerek gerçeğine benzetilmiş, dış görünüş olarak ondan hiçbir farkı olmayan on binlerce yapıt arasından gerçek sanat yapıtını nasıl ayırt edeceğiz?
Zevki iğfal edilmemiş bir insan için -bu insan emekçi olacak, ama kent emeklisi değil- bu iş, yazıda, dağda ya da ormanda yabanıl bir hayvanın bozulmamış, çarpılmamış, iğfal edilmemiş -doğal- sezgileriyle binlerce iz arasından kendine gerekli tek izi bulması denli kolaydır. Hiç yanılmadan kendine gerekli izi bulur hayvan. İnsan oğlu da doğal olarak kendinde bulunan özellikler çarpılmamış, bozulmamışsa eğer, binlerce yapıt arasından kendine gerekli olan gerçek sanat yapıtını hiç yanılmadan bulur, deneyimli sanatçının yapıtına aktardığı duygu ona geçer. Yeter ki, aldığı eğitim ya da yaşam biçimi, zevkini -gustosunu, damak tadını- iğdiş etmiş olmasın. Zevkleri iğdiş olmuş insanlarda sanat alımlama yeteneği dumura uğramıştır; bunlar sanat yapıtlarını değerlendirirken, öğrendikleri şeyleri devreye sokarlar, bu da onların kafalarını öyle bir karıştırır ki, tam tersi bir noktada bulurlar kendilerini.
Sonuç: Toplumumuzda büyük çoğunluk, gerçek bir sanat yapıtını, onun en kaba taklitlerinden ayırt edebilecek durumda değildir. İnsanlar konser salonlarında saatlerce oturup yeni bestecilerin yapıtlarını dinliyorlar, ünlü yeni romancıların yapıtlarını okumak, ressamların anlaşılır-anlaşılmaz tablolarını görmek zorunda hissediyorlar kendilerini, gerçekliği bunlarda daha iyi gördüklerini düşünüyorlar; en önemlisi de bunların hepsini sanat yapıtı gibi kabul ederek kendilerini bunlara hayran olmak zorunda hissediyorlar; bu arada gerçek sanat yapıtları, bu insanların çevresinde sanat yapıtı gibi görünmediği için hiç ilgi toplamadıkları gibi, küçümseniyor, sessizlikle geçiştiriliyor.
Gerçek sanat yapıtının yarattığı etkinin ne olduğunu unutmuş ve sanattan bambaşka şeyler bekleyen insanların (ki toplumumuzda büyük çoğunluktadır böyleleri), taklit sanat yapıtları karşısında kapıldıkları heyecan ya da gönül akışını estetik duygu olarak değerlendirebilecekleri de doğrudur; üstelik bu insanların düşüncelerini değiştirmek, bir renk körünü yeşilin kırmızı olduğuna inandırmak kadar olanaksızdır; ama yine de sanat duyguları bozulmamış, kirlenmemiş insanlar için bu özellik, sanatın yarattığı duyguyu öbür bütün duygulardan ayıran en belirleyici, en ayırt edici özelliktir.
Sözünü ettiğimiz duygunun başlıca özelliği, gerçek bir sanat yapıtını izleyen kimsenin sanatçıya karışıp kaynaşmasıdır; bu öylesine bir kaynaşmadır ki, izlediği yapıt bir başkasının değil de kendisininmiş gibi gelir izleyiciye; nicedir tam da kendisinin anlatmak istediği şeyler sergilenmiştir sanki. Gerçek bir sanat yapıtının becerdiği şey budur. Yani o sanat yapıtını alımlayanın bilincinde sanatçıyla kendisi arasındaki sınır, yalnızca sanatçıyla kendisi arasındaki sınır da değil, aynı sanat yapıtını izleyen bütün öbür insanlarla kendisi arasındaki sınır yok olur. Hem kişiliğimizin başka insanlardan ayrılmışlığından, tek başınalığından özgürleşmesi, hem de onun başka kişilerle kaynaşıp bütünleşmesi böylece gerçekleşir; sanatın başlıca çekici gücü; belirleyici özelliği de burada yatar.
Söz konusu yapıtı benimseyen, algılayan öbür insanlarla karışıp kaynaşma, bütünleşme yoksa, orada sanat yoktur. Sözünü ettiğimiz geçiş (bulaşma) nasıl sanatın en kuşku götürmez, en belirleyici özelliği ise, geçişin derecesi de sanatta ulaşılmış ustalığın, üstünlüğün, sanatın artamının biricik ölçütüdür. Geçiş ne denli güçlüyse, o denli üstün bir sanatla karşı karşıyayız demektir. Bir sanat yapıtında yapıtı yaratandan yapıtı algılayana geçişin derecesini üç koşul belirler:
- Aktarılan duygunun ne kadar kendine özgü, ne kadar sıra dışı olduğu
- Aktarılan duygunun ne kadar açık, net bir biçimde aktarıldığı
- Sanatçının içtenliği (yani aktardığı duygunun, sanatçının kendi içinde hangi güçte boy verdiği).
Aktarılan duygu ne denli özel, sıra dışıysa, algılayanı da o denli şiddette etkiler. Yapıtın yarattığı ruh hali ne denli kendine özgü ise, algılayan da o denli büyük haz duyar ve yapıtla o denli istekle ve güçle kaynaşıp bütünleşir. Duygu ne denli açık, net bir biçimde aktarılırsa, geçiş de o denli etkin olur, çünkü bilincinde sanatçıyla kaynaşıp bütünleşen algılayıcı, kendisine sanatçıdan geçen duygudan o denli büyük tatmin duyar; ona öyle gelir ki, nicedir bildiği, tanıdığı, yaşadığı bir duygudur bu ve ifadesini ancak şu anda bulmuştur. Geçişi en fazla etkileyen şey, sanatçının ne ölçü de içten olduğudur. Yapıtının en başta sanatçının kendisine bulaştığını, onun başkalarını etkilemek için değil, kendi kendisi için yazdığını (çizdiğini, çaldığını, oynadığını) hisseden okura (dinleyiciye, izleyiciye) sanatçının bu ruh hali hemen bulaşır.
Sanatta geçiş, aktarım dediğim şeyin üç koşulundan bahsettim, ama aslında bu işin tek bir koşulu vardır, o da sonuncu koşul, yani sanatçının aktarmak istediği duyguyu ifade etme konusunda bir iç gereksinim duyması koşuludur. Birinci koşulu da kapsayan bir durumdur bu, çünkü sanatçı eğer içtense, duygusunu nasıl yaşıyorsa, öyle ifade edecektir; hiçbir insan bir başkasına benzemediği için de, bu duygu başka her insan için özel bir duygu olacaktır ve sanatçı bu duyguyu ne denli derinlerinden söker çıkarırsa, o denli içten, candan olacaktır duygusu. Aktarmak istediği duyguyu en açık, net biçimde ifade etmeye sanatçıyı zorlayan da, bu içtenlikten başka bir şey değildir.
Bu üç koşul, varlığıyla gerçek sanatı taklit sanattan ayırır. Bu koşullardan herhangi biri eksikse, karşımızda sanat yapıtı değil, ona öykünen, taklit bir yapıt var demektir. Bir yapıt, sanatçının duygularındaki bireysel özelliği yansıtmıyorsa, bu nedenle de söz konusu duygular açık, anlaşılır biçimde aktarılmamışsa ya da sanatçının duyduğu bir iç gereksinimden doğmamışsa, sanat yapıtı olmayan bir yapıt var demektir karşımızda. Pek az ölçülerde de olsa, bu koşulların üçünü de içinde barındıran bir yapıt, zayıf olsa bile bir sanat yapıtıdır.
Kayak: Tolstoy / Sanat Nedir?