Evet, sanatın içeriği yönünden iyiyle kötüyü nasıl ayıracağız birbirinden? Tıpkı konuşma gibi bir iletişim aracı olan sanat, bu niteliğiyle ilerlemenin, başka bir değişle, insanlığın mükemmelliğe doğru yürüyüşünün de bir aracıdır. Konuşma, yaşayan son kuşak insanların, hem öndeki kuşakların, hem de kendi çağlarının en ilerici kesiminin deneyim ve düşünce yoluyla öğrendikleri şeyleri öğrenmelerini olanaklı kılar; sanat, son kuşak insanların, kendilerinden önceki insanlarla, kendi çağlarındaki öncü, ilerici insanların yaşadıkları duyguları yaşamalarını olanaklı kılar. Ve bilginin evrimi nasıl gerçekleşiyorsa, yani daha gerçek ve daha gerekli bilgi, yanlış ve gereksiz bilgiyi nasıl dışlıyor ve onun yerini nasıl alıyorsa, duyguların evrimini de sanat yoluyla gerçekleşiyor, yani daha düşük düzeyli, daha az iyi ve insanların gönenci için daha az gerekli duygular dışlanarak, yerlerine daha iyi, insanlığın gönenci için daha gerekli duygular geçiyor. Sanatın amacı da budur. Dolayısıyla sanat, içeriğiyle ne kadar bu amacın içinde olursa, o kadar iyi sanattır ve ne kadar bu amaçtan uzaklaşmışsa, o kadar kötü sanattır.
Gerçek sanat yapıtının sanatçı yüreğinde gövermesi öyle sık rastlanan olaylardan değildir; bir kadının gebeliği gibi rahimde gelişen bebek gibi, içinde bulunulan yaşamı önceleyen özel bir yaşamın ürünüdür o. Taklit sanat ise, işin usta ve zanaatçılarınca öncü arkası düşünülmeden, dur durak bilmeksizin üretilen sanattır (yeter ki tüketicisi olsun). Gerçek sanat, kocası tarafından sevilen bir kadına benzer; süslenip püslenmeye gereksinim duymaz; taklit sanat ise fahişeler gibi sürüp sürüştürmek, takıp takıştırmak zorundadır.
Gerçek sanatın ortaya çıkış nedeni, sanatçının biriken duygularını dile getirmek için duyduğu içsel gereksinimdir; tıpkı bir annenin gebeliğinin nedeninin sevgi olması gibi. Taklit sanatın nedeni ise, tıpkı fahişeler gibi maddi çıkardır. Gerçek sanatın sonucu yaşama yeni duygular katmaktır; tıpkı bir kadının sevgisinin sonucunun hayata yeni bir insan yavrusu getirmek olması gibi. Taklit sanatın yarattığı sonuçlar ise, insanlarda yozlaşma, manevi güçlerde zayıflama ve bedensel hazlarda doyumsuzluktur. Günümüzün insanının, karşı karşıya bulunulan ahlaksız, kösnül, kabuklaşmış sanatın iğrenç selinden kendilerini koruyabilmeleri için anlamaları gereken şey budur işte.
Kendimi yakın duyduğum bir konu olarak on beş yıldır beni uğraştırıp duran sanat üzerine düşüncelerimi elimden geldiğince açıklamış bulunuyorum. On beş yıldır beni uğraştırıp duran derken söylemek istediğim, kitabın yazımının on beş yıl sürdüğü değil, kitabı yazmaya on beş yıl önce başlamış olduğumdur; ara vermeden yazarsam bitirmem fazla uzun sürmez, diye düşünüyordum. Ama yazdıkça, sanat üzerine düşüncelerim o sıralar hiç de açık seçik olmadığı ortaya çıktı; açıklamalarım hiç doyurucu gelmiyordu bana. O günden bu yana konu üzerinde düşündüm durdum ve belki altı yedi kez, artık yazmaya başlayabilirim diyerek masaya oturdum. Ama her girişimimde, üstelik de sayfalar dolusu yazmama karşın, iyi sonuçlandıramayacağımı hissederek yazmayı bıraktım.
Şimdi ise çalışmamı bitirmiş bulunuyorum; kitabımın pek çok eksiği olduğundan hiç kuşkum yok, ancak toplumumuzun sanatta izlemekte olduğu yanlış yola, neden böyle bir yola girmiş bulunduğumuza ve sanatın asıl amacının ne olduğuna ilişkin ana düşüncemin doğru olduğu ve pek çok eksikleri olan, pek çok tamamlayıcı açıklamayı gereksinen çalışmamın boşuna olmadığı, yok olup gitmeyeceği ve sanatın şu an izlemekte olduğu yanlış yoldan er ya da geç döneceği umudunu taşıyorum. Ama bunun olabilmesi, sanatın yeni bir yola girebilmesi için, sanatla her zaman yakın ilişkisi olana, onun kadar önemli bir başka insan etkinliğinin, bilimin de tıpkı sanat gibi içinde bulunduğu yanlış yolu terk etmesi gerekmektedir.
Sanat için sanat kuramında, bize zevk veren şeylerle uğraşmak nasıl sanat oluyorsa, bilim için bilim kuramında da, ilginç bulduğumuz için incelediğimiz her şey bilim oluyor. Bilim ve sanat öylesine bağlıdır ki, tıpkı kalp ve akciğerler gibi, biri sakatlanırsa, öbürünün de çalışması bozulur. Gerçek bilim, belirli bir zaman diliminde, belirli bir toplumun en önemli saydığı gerçekleri, en önemli saydığı bilgileri araştırır, inceler ve insanların bunları anlamalarını, algılamalarını sağlar. Sanat ise bu gerçekleri bilgi alanından duygu alanına aktarır. O bakımdan, eğer eğer bilimin yürüdüğü yol yanlış ise, sanatın yürüdüğü yol da yanlış olacaktır. Gerek sanatın aktardığı duyguların, gerekse bilimin aktardığı bilgilerin önem derecesini belirleyen şey, içinde yaşanılan toplumda ve zaman diliminde, insanların yaşamlarının anlamına, amacına ilişkin genel anlayışlardır.
İnsanlar, bu amaca ulaşılmasını en çok etkileyen şey üzerinde en fazla duracaklar, onun üzerinde araştırmalar yapacaklar ve onu temel bilim olarak benimseyeceklerdir; bu amaca ulaşılmasında daha az etkin olan şeylere ise daha az önem verilecek, bunlar daha önemsiz bilimler olarak görülecektir; insanların yaşamlarının anlamı, amacı olarak gördükleri şeyin gerçekleşmesinde hiçbir etkinliği olmayan konular hiç araştırılmayacak, araştırılsa bile bu çalışmalar bilim olarak kabul edilmeyecektir. Bu, geçmişte de böyleydi, şimdi de böyle olmak zorundadır; çünkü insan bilgisinin de, yaşamının da özelliği budur.
Geleceğin sanatçısı kendi geçimini kendi sağlayacak, sıradan insanların yaşadıkları gibi yaşayacaktır. Sanatçı olarak kendinde var olan yüce manevi gücün meyvelerini ise olabildiğince çok insana cömertçe sunmaya çaba gösterecektir. Duygularını mümkün olan en fazla sayıda insana aktarmaktan duyacağı sevinç, onun ödülü olacaktır. Dahası, yapıtının olabildiğince çok sayıda insana ulaşmasını mutlulukların en büyüğü olarak gören geleceğin sanatçısı, sanat yapıtlarının nasıl olup da yalnızca belirli bir para ödeyenlerin yararlanmasına sunulabildiğini anlamayacak. Tacir, tüccar takımından temizlenmedikçe, sanat tapınağı tapınak olamayacak. Geleceğin sanatı, istilacı bezirganları tapınağından kovacak.
O nedenle de geleceğin sanatının içeriği, bence bugünkü sanatın içeriğine hiç benzemeyecek. Geleceğin sanatının içeriği, öbür bütün insanlar gibi çalışıp çabalamaktan kendilerini zorbalıkla kurtarmış seçkinlere özgü, yalnız onlara ilginç gelebilecek ve bir tek onların anlayabilecekleri kibir, melankoli, doygunluk, kösnüllük gibi duygular ve bunların çeşitlemeleri değil, herkes gibi yaşayan insanların duydukları, günümüzün dinsel bilincinden kaynaklanan, istisnasız bütün insanların anlayabilecekleri duygular oluşturacaktır.
Geleceğin sanatçısı, içe işleyen bir masal ya da şarkı yazmanın, eğlenceli, insanı güldüren bir bilmece, bir nükte ya da bir şaka yazmanın, kuşaklarca insanı ya da milyonlarca çocuğu ve yetişkini kendine hayran bırakacak, gönüllerini şenlendirecek bir resim yapmanın; varsıl sınıftan bir avuç insanın -o da bir süre için- gönül eğlenceci olacak, sonra da sonsuza dek unutulup gidecek bir roman, senfoni yazmaktan ya da bir resim yapmaktan çok çok daha önemli, yararlı, verimli bir iş olduğunu anlayacaktır. Sanatta, herkesçe anlaşılacak, yalın duyguların dile getirildiği bu alan, inanılmaz ölçüde büyük ve neredeyse hiç el değmemiş, bakir bir alandır.
Sözümüzün başına dönersek, geleceğin sanatı içerik yönünden yoksullaşmak, sığlaşmak şurada dursun, tam tersine, çok daha zengin, derin, kapsamlı olacaktır. Yalnız içerik yönünden mi? Biçim yönünden de geleceğin sanatı bugünün sanatından daha aşağı olmayacağı gibi, karşılaştırılamayacak ölçüde onsan daha üstün olacaktır; yalnızca incelik açısından, karmaşık bir tekniğe sahip olma açısından da değil, sanatçının yaşadığı ve aktarmak istediği duyguyu gereksiz hiçbir şey katmadan alabildiğine kısa, açık, yalın bir biçimde aktarma yönünden de böyle olacaktır bu. O bakımdan, geleceğin sanatında duygularda ayrıksılık, belirli bir seçkin kesime ulaşılabilirlik değil, genellik, herkesçe anlaşılırlık; biçim/biçem konusunda ise, günümüzde geçerli olduğu gibi muğlaklık/müphemlik, karmaşıklık, istife dayalı bir büyüklük değil, kısalık, açıklık, yalınlık öne çıkacak, sanatta mükemmellik idealini bu değerler oluşturacaktır.
Sanat, insanların özgür, mutlu, barış içinde bir arada yaşamalarını sağlamalıdır. Sanat, zoru, şiddeti hayatımızdan uzaklaştırmalıdır. Bir tek sanat yapabilir bunu. Bugün insanların ortak yaşam sürebilmeleri, şiddet ve ceza korkusunun dışında kalan şeyler sayesindedir ve yaşamımızın önemlice bir parçasının üzerinde yükseldiği temel de budur. Bunu gerçekleştiren şey ise sanattır. Ailemize, yakınlarımıza, düşmanlarımıza, yabancılara, büyüklerimize, hastalara, hayvanlara nasıl davranılması gerektiği sanat yoluyla aktarılabilir ve kuşaklar boyunca milyonlarca insan, herhangi bir zor uygulamak şurada dursun, bu işin tek yolunun sanat olduğundan en ufak bir kuşku duymaksızın buna uyarsa eğer, o zaman sanat günümüzün din bilincine karşılık gelecek, ona uygun düşen değerlerin, başka anlayışların da doğmasını sağlayabilir.
Arkadaşa ihaneti utanç verici bir davranış olarak görmek, bayrağa bağlılık, onur kırıcı bir davranışla karşılaştığında kendini ille de bunun öcünü almak zorunda hissetmek, kendinin ya da ülkesinin onurunu korumak gibi duygular uyandırabiliyorsa eğer sanat insanda; tek tek her insanı değerli görme, her hayvanın canına saygı duyma; lüksten, şiddetten, öç almaktan, başkaları için gerekli şeyleri kendi zevki için kullanmaktan utanç duyma gibi duygular da uyandırabilir, bu da bir yana, farkında bile olmadan, hatta sevinç, mutluluk duyarak insanın kendini başkaları uğruna feda etmesini de sağlayabilir.
Sanat, günümüz toplumunda yalnız bir avuç iyi insanın sahip olduğu kardeşlik ve sevgi duygusunu, herkes için olağan, sıradan, içgüdüsel bir duygu haline getirmelidir. Hayali koşullarda insanda kardeşlik ve sevgi duyguları uyandıran dinsel sanat, gerçek yaşamda da benzer duyguları yaşatmaları için insanları eğitmeli ve eğittiği insanların ruhlarında, üzerinde güvenle, doğallıkla ilerleyecekleri yollar döşemelidir. Her tür ayrılığı ortadan kaldırıp, birbirinden çok farklı insanları tek bir duygu etrafında toplayarak, insanları birlik yolunda eğiten evrensel sanat, onlara düşünüp taşınarak, akıl yürüterek değil, hayatın çizdiği sınırlar ötesindeki evrensel birliğin insanı ne denli gönendirdiğini, mutlandırdığını hayatın kendisiyle göstermelidir.
Çağımızda sanatın görevi, insanların esenliğinin, onların bir araya gelmelerinde, birleşmelerinde olduğu gerçeğini akıl alanından duygu alanına geçirmektir; sanatın akıl alanından duygu alanına geçireceği bir başka gerçek de, varlığını sürdürmekte olan şiddetin egemenliğinin yerini ilahi egemenliğin, başka bir deyişle hayatımızın en yüce amacı olarak bizlere sunulmuş olan sevginin egemenliğinin alması gerektiğidir.
Kaynak: Leo Tolstoy – Sanat Nedir